Makaleler


Neden Aynı İlişki Örüntülerini Tekrarlıyoruz? Travma ve Tekrarlama Zorlantısı

Neden Aynı İlişki Örüntülerini Tekrarlıyoruz? Travma ve Tekrarlama Zorlantısı 05.09.2025

Travmanın Psikanalitik Literatürdeki Anlamı ve Yapısal İşlevi

Psikanalitik kuramda travma, yalnızca olağanüstü ve korkutucu bir dış olayı değil, aynı zamanda ve daha önemlisi, bireyin ruhsal aparatının bu olay karşısındaki işleyiş bozukluğunu ifade eder. Freudyen perspektifte travmanın temelinde, haz ilkesinin işlevsel çöküşü yatar. Ruhsal aparat, temel olarak haz ilkesi doğrultusunda çalışır; içgüdüsel gerilimleri en kısa yoldan boşaltmayı ve dengeli bir iç durum sağlamayı hedefler. Travmatik bir deneyim, kişinin zihinsel kapasitesini aşan bir uyaran fazlalığı getirir. Bu fazlalık, aparatın baş edemeyeceği bir düzeydedir ve ruhsal uyum mekanizmalarını delip geçer.

Bu delinme, iki temel sonuç doğurur: İlki, çaresizlik halidir. Bebeklikten itibaren, dış dünyanın getirdiği gerilimler karşısında bakımverenin müdahalesiyle sakinleşen ruhsal aparat, travmada bu desteğin yokluğuyla mutlak bir çaresizlik yaşar. İkincisi ise, zamanın donmasıdır. Travmatik an, imgeler, duyusal fragmanlar ve duygusal yüklerle birlikte bilinçdışında sabitlenir, sembolize edilemez, söze dökülemez ve bu nedenle zamanın akışına dahil edilemez. Donmuş bu an, bilinçdışının aktif bir parçası olarak varlığını sürdürür ve tekrarlama zorlantısının temel yakıtını oluşturur.

Nesne ilişkileri kuramı ise travmayı daha çok ilişkisel bir bağlamda ele alır. Burada travma, yalnızca bir olay değil, bir ilişki dinamiğidir. Bakımverenin sürekli tutarsız, yok edici, ihmal edici veya aşırı müdahaleci tavırları, çocuğun kendilik ve nesne temsillerinin sağlıklı bir şekilde oluşmasını engeller. Bu durumda travma, bir kerelik bir yaralanma değil, yapısal ve süreğen bir özelliktir. Kişinin kendilik ve diğerleri hakkındaki temel inançları, bu travmatik ilişki dinamiği üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenle, yetişkinlikte kurulan ilişkiler, bu ilkel ve travmatize edici nesne ilişkilerinin bir tekrarı olarak yaşanır. Birey, tanıdık olanın rahatsız ediciliğini, bilinmeyenin belirsizliğine tercih eder, çünkü bu dinamik onun için bilinen dünyanın ta kendisidir.

Yani travma, basitçe kötü bir anı değil; ruhsal aygıtın işleyişinde kalıcı bir bozulmaya yol açan, sembolizasyonu ve zihinsel işlemeyi felce uğratan bir yaşantıdır. Tekrarlama zorlantısı ise, bu felcin bir sonucu ve aynı zamanda onu iyileştirmeye yönelik trajik bir çabadır. Bilinçdışı, travmatik senaryoyu sürekli yeniden üreterek, bu donmuş ve işlenmemiş enerjiyi nihayetinde kontrol altına alıp, zihne entegre edebileceği umudunu taşır.

Tekrarlama Zorlantısı: Travmanın Bilinçdışında Yeniden Üretilmesi

İnsan zihninin en karmaşık ve paradoksal mekanizmalarından biri olan tekrarlama zorlantısı, bireyin acı veren, travmatik veya tamamlanmamış geçmiş deneyimlerini bilinçdışı bir dürtüyle sürekli olarak yeniden üretme eğilimini ifade eder. Freud, Beyond the Pleasure Principle (Haz İlkesinin Ötesinde, 1920) adlı çalışmasında, haz ilkesinin ötesinde işleyen ve ruhsal yaşamda temel bir dinamik olan bu zorlantıyı tanımlamıştır. Bu fenomen, özellikle kişilerarası ilişkilerde kendini gösterir ve bireyin mantıksız, hatta kendine zarar verici görünen davranış örüntülerini anlamlandırmada klinik bir çerçeve sunar.

Freud, tekrarlama zorlantısını ilkel bir içgüdüsel dürtü olarak kavramsallaştırmıştır. Ona göre, bu mekanizma, haz ilkesinin ötesinde işler ve aslında ruhsal aparatın travmatik deneyimler karşısında geliştirdiği bir tür savunma stratejisidir. Travma, kişinin ruhsal uyum kapasitesini aşan ve bu nedenle düzenlenemeyen bir uyaran fazlalığı durumudur. Bilinçdışı, bu işlenmemiş, düzenlenmemiş enerjiyi kontrol altına almak için travmatik senaryoyu sürekli olarak yeniden canlandırır. Amaç, bu kez olayların gidişatını değiştirerek, geçmişte yaşanan çaresizlik ve kontrol kaybı hissini telafi etmektir. Ne var ki, bu tekrarlar çoğunlukla aynı acıyı pekiştirmekten öteye gidemez. Freud, bu durumu, çocukların oyunlarında hoş olmayan deneyimleri sürekli canlandırmasıyla karşılaştırmıştır. Oyun, travmatik olayı aktif bir şekilde yeniden yaşayarak onu zihinsel olarak sindirme çabasıdır.

Nesne İlişkileri Kuramı Bağlamında İçselleştirme ve Yansıtma

Nesne ilişkileri kuramı, tekrarlama zorlantısını kişilerarası dinamikler bağlamında ele alır. Melanie Klein, Ronald Fairbairn ve Donald Winnicott gibi kuramcılar, erken dönem bakımveren-çocuk etkileşimlerinin içselleştirilerek kalıcı psişik yapılar haline geldiğini öne sürmüşlerdir. Çocuk, ebeveyniyle kurduğu ilişkinin niteliğini (örneğin, tutarsız, reddedici, aşırı müdahaleci veya ihmal edici dinamikleri) içselleştirir ve bu dinamikler benliğin bir parçası haline gelir. Yetişkinlikte, bilinçdışı tanıdık gelen bu ilişki kalıplarını arar. Partner seçimi, çoğunlukla bu içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin dışsallaştırılmasıdır. Örneğin, reddedici bir ebeveynle büyüyen birey, bilinçdışı bir düzeyde, benzer şekilde reddedecek partnerlere yönelebilir. Bu, tanıdık olanın rahatsız edici bile olsa rahat ve bilindik hissettirmesinden kaynaklanır. Aynı zamanda, kişi kendi içselleştirdiği kötü nesneyi partnerine yansıtarak, onu geçmişteki ebeveyni konumuna sokar ve ilişkiyi bu şekilde yeniden yaşar.

Ödipal Çatışmaların Tekrarlanan İlişki Dinamiklerindeki Rolü

Ödipal dönem, çocuğun cinsel kimlik gelişiminde ve aile içi üçgen ilişkilerdeki konumlanışında kritik bir evredir. Bu dönemde yaşanan çatışmalar (karşı cinsten ebeveyne yönelik romantik-arzu dolu hisler, aynı cinsten ebeveyne yönelik rekabet ve suçluluk duyguları), çözümlenmediklerinde bilinçdışında kalır ve yetişkinlikteki romantik ilişkilere yansır. Örneğin, ödipal bir zafer yaşamış (yani, ebeveyne yönelik arzusunun bilinçdışı tatmin olduğunu hissetmiş) bir birey, yetişkinlikte ilişkilerinde suçluluk duyabilir ve cezalandırılmayı bekleyebilir. Bu beklenti, kendini ilişkiyi sabote etme, ulaşılamaz partnerler seçme veya mutluluğu hak etmediği inancıyla hareket etme şeklinde gösterebilir. Bilinçdışı, arzunun ve cezanın dengesini kurmaya çalışırken, aynı ödipal senaryoyu farklı partnerlerle tekrarlar.

Travmatik Bağlanma ve Bağlanma Figürüyle Özdeşleşme

Travmatik bir ilişki dinamiğinde yetişen birey, zamanla bağlanma figürüyle (genellikle ebeveyn) özdeşleşmeye başlayabilir. Bu, bir tür stockholm sendromu benzeri bir dinamiktir. Kendisine acı çektiren figürle özdeşleşerek, hem onun gücünü elde ettiğini hem de travmanın neden olduğu çaresizlik duygusundan kurtulduğunu varsayar. Yetişkinlikte, bu kişi iki rolü de üstlenebilir. Bazen travmatize eden, bazen travmatize edilen. Örneğin, eleştirel ve mesafeli bir babayla büyüyen bir birey, kendi ilişkilerinde ya aşırı eleştirel ve mesafeli davranarak (baba ile özdeşleşme) ya da sürekli eleştirilen ve reddedilen konumuna girerek (kendisinin çocukluktaki rolü) bu dinamikleri sürdürür. Her iki durumda da, ilişki aynı temel şablon üzerinden işler.

Tekrarlama Zorlantısının Psikodinamik İşlevi ve Anlamı

Tekrarlama zorlantısının temel işlevi, travmatik deneyimi zihinsel olarak sindirebilmek ve kontrol altına alabilmektir. Bilinçdışı, geçmişte pasif bir şekilde maruz kalınan acıyı, aktif bir şekilde yeniden üreterek onu anlamlandırmaya ve bu süreçte bir tür hakimiyet kurmaya çalışır. Bu mekanizma, aynı zamanda, bastırılan arzuların ve çatışmaların dolaylı bir ifadesidir. Kişi, toplumsal veya içsel normlar nedeniyle doğrudan ifade edemediği taleplerini ve çatışmalarını, tekrarlayan ilişki örüntüleri aracılığıyla dışa vurur. Bu nedenle, tekrarlama zorlantısı yalnızca bir patoloji belirtisi değil, aynı zamanda ruhsal yaşamın karmaşık bir dilidir. Bu dili çözebilmek, bireyin kendi içsel dinamiklerine dair derin bir kavrayış geliştirmesini sağlar.

Tekrarın Anlamı ve Ötesine Geçiş

Tekrarlama zorlantısı, bir kişilik kusuru veya zayıflık göstergesi değil, bilinçdışının işlenmemiş travmayla başa çıkma çabasının karmaşık bir dışavurumudur. İlişkisel örüntülerin tekrarı, aslında ruhsal bir iyileşme arayışıdır, ancak yanlış yönlendirilmiş bir arayış. Bu mekanizma, geçmişin bastırılmış ve sembolleştirilememiş deneyimlerinin bir tür canlı arşivi gibi işlev görür. Birey, bu tekrarları ancak onların bilinçdışındaki kökenlerini ve işlevlerini fark ettiğinde anlamlandırabilir. Bu farkındalık, otomatik pilottan çıkıp, ilişkilerinde özerk ve özgür seçimler yapabilmenin ön koşuludur. Tekrarlama zorlantısının ötesine geçmek, geçmişin trajik bir şekilde yeniden üretilmesi yerine, onunla yüzleşilerek dönüştürülmesiyle mümkündür.