Psikoterapi: Maliyet mi, Yatırım mı?
Psikoterapi, çağımızda hâlâ farklı anlamlarla karşılanan bir deneyimdir. Kimi için hayatı değiştiren bir süreç, kimi için ise pahalı bir konfordur. Kimi onu kendine dönmenin yolu olarak görürken, kimi yalnızca kriz anlarında başvurulacak bir destek olarak düşünür. Ancak psikoterapiyi nasıl gördüğümüz, yalnızca ruhsal ihtiyaçlarımızla değil, değer verme biçimimizle de ilgilidir. İnsan kendisine, zamanına ve iç dünyasına nasıl bir anlam biçiyorsa, terapiye de o gözle bakar. Bu nedenle terapi bazen maliyet, bazen yatırım olarak algılanır.
Ekonomik açıdan bakıldığında terapiye gitmek, düzenli bir harcamayı gerektirir. Ancak bu harcama yalnızca maddi değildir. Kişi, seanslara giderken zamanını, enerjisini, kimi zaman konforunu, kimi zaman da savunmalarını harcar. Terapi, yalnızca bir hizmetin alındığı bir süreç değil; insanın kendine dair bildiklerini, inandıklarını ve gizlediklerini gözden geçirdiği bir alandır. Bu nedenle de asıl maliyet, yüzeye çıkacak duyguların ağırlığında ya da yeniden düşünülmek zorunda kalınan geçmişin sancısında hissedilebilir.
Psikanalitik açıdan “yatırım” kavramı yalnızca ekonomik bir anlam taşımaz. Freud’un kullandığı “libidinal yatırım” terimi, bir nesneye, yani bir insana, fikre, hedefe, hatta bir hatıraya, ruhsal enerji bağlamayı anlatır. İnsan, duygusal olarak anlam yüklediği her şeye ruhsal bir yatırım yapar. Bir ilişki, bir hayal, bir ideal ya da bir kimlik biçimi; hepsi ruhsal enerjinin yöneldiği alanlardır. Bu yüzden psikoterapiye başlamak da bir ruhsal yatırım eylemidir. Kişi, kendi iç dünyasına enerji yöneltmeye, kendisini anlama çabasına emek vermeye karar verir. Bu kararın kendisi bile başlı başına dönüşüm potansiyeli taşır.
Terapiye başlamanın ruhsal anlamı da bu noktada belirginleşir. İnsan, çoğu zaman bir çıkmazda, kendisini tekrarlayan ilişkilerde ya da içsel bir tıkanmada bulduğunda yardım aramaya yönelir. Bu yönelme, bilinçdışı düzeyde “tek başıma baş edemiyorum” itirafını da içerir. Yardım istemek, kontrolü paylaşmayı ve bilinmeyene yaklaşmayı gerektirir. Bu nedenle terapiye başlamanın kendisi, ruhsal olarak teslimiyetle direnişin kesiştiği bir eylemdir. Kişi bir yandan değişimi ister, diğer yandan o değişimin neyi yerinden oynatacağını bilmediği için korkar.
Bu açıdan bakıldığında, psikoterapiye yatırım yapmak yalnızca geleceğe değil, geçmişe de yapılan bir yatırımdır. Çünkü terapi, geçmiş deneyimlerin bugünkü yaşantıya nasıl sızdığını anlamaya çalışır. Kişi, bir anlamda geçmişte dondurulmuş, yarım kalmış duygularına yeniden temas eder. Bu temas kolay değildir; çünkü bastırılmış olan, iyi nedenlerle bastırılmıştır. Yine de o duygulara alan açmak, ruhsal enerjinin serbest kalmasını sağlar. Bu da çoğu zaman daha canlı, daha bağlantılı bir yaşam deneyimine zemin hazırlar.
Yatırımın psikanalitik anlamında geri dönüş garantisi yoktur. Birine ya da bir şeye yapılan libidinal yatırım, her zaman karşılık bulmayabilir. Ancak karşılıksız bile olsa, yatırımın kendisi ruhsal bir işlev görür. Çünkü insanın sevme, bağlanma, anlam kurma kapasitesini besler. Psikoterapi de bu tür bir yatırımın alanıdır. Kişi, kendisini anlamaya çalışan bir başkasına, terapistine, ruhsal enerjisini yöneltir. Bu yöneltme, aktarım dediğimiz karmaşık bir süreci başlatır. Terapist, kişinin geçmişindeki önemli figürlerin temsilcisi haline gelir. Kızgınlık, özlem, sevgi, öfke, güven ya da güvensizlik duyguları yeniden canlanır. Tüm bunlar, iç dünyada bir yeniden yapılanmanın habercisidir.
Bu sürecin görünür kısmında ise, bir başka yatırım biçimi vardır: para. Psikanalitik çerçevede, para yalnızca bir ücret değil, bir semboldür. Parayla yapılan ödeme, bir bakıma “bu ilişkiye değer veriyorum” demenin somut ifadesidir. Ücret, sürecin ciddiyetini temsil eder; sembolik olarak terapi alanı ile dış dünya arasındaki sınırı belirler. Kimi zaman kişi için ödeme yapmak zorlayıcı olabilir; çünkü bu, terapiyi gerçek kılar. Gerçekleşen her ödeme, hem bağı hem de ayrılığı hatırlatır: “Buradayım, bu seansa geldim, ama seans bittiğinde gideceğim.” Bu döngü, tıpkı insan ilişkilerinin doğası gibidir; bir araya gelme ve ayrılma. Ödeme, o ayrılığı mümkün kılan, ama ilişkiyi de sürdürebilen bir jesttir.
Terapiye ödeme yaparken kişi, yalnızca bir hizmeti değil, kendi içsel sürecine gösterdiği özeni de onaylar. Bazıları için bu, ilk kez kendine değer verme eylemidir. Yıllarca başkaları için harcanan enerjinin, ilk kez kendine yöneltilmesidir. Bu nedenle para, terapi odasında yalnızca bir ekonomik araç değil, değerin sembolik karşılığı olarak anlam kazanır. Terapiye ayrılan her kaynak, kişinin “benim iç dünyam da önemli” diyebilme kapasitesini güçlendirir.
Ancak psikoterapinin yatırım olarak görülmesi, onun bir kazanç planı olduğu anlamına gelmez. Çünkü terapi, belirli bir hedefe ulaşmak için değil, o hedefin neden bu kadar önemli olduğunu anlamak için vardır. Bazen kişi terapiye daha iyi hissetmek için başlar ama süreç ilerledikçe iyi hissetmek yerine daha gerçek hissetmeyi öğrenir. Bu fark ince ama belirleyicidir; çünkü insanın kendisiyle kurduğu ilişkiyi dönüştürür.
Terapi süreci boyunca kişi, aynı şeylere farklı biçimlerde tepki vermeye başlar. Bu değişim genellikle yavaş, sessiz ve birikimlidir. Duygular daha tanınabilir hale gelir, bazı tepkiler artık otomatik değildir. Kimi zaman dışarıdan büyük bir fark görünmez ama içeride bir şeyler yer değiştirir. Bu değişim, ölçülmesi zor ama hissedilmesi güçlü bir yatırımdır.
Terapinin bedeli, kimi zaman seans ücretinde değil, duygusal riskte yatar. Kişi kendine dair bilmek istemediği şeylerle karşılaşabilir. Savunmalar çözülür, bastırılmış duygular su yüzüne çıkar. Bu anlar rahatsız edici olabilir, ama tam da bu rahatsızlık büyümenin kapısını aralar. Psikanalitik düşünceye göre, değişim, rahatsızlığın içinden geçmeden gerçekleşmez. Bu yüzden terapiye yapılan yatırım, çoğu zaman konfor alanını terk etmeyi de içerir. Yine de terapinin getirisi her zaman ölçülebilir değildir. Kimisi geçmişle barışmayı öğrenir, kimisi yalnızca kendi sınırlarını fark eder, kimisi de hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını kabullenir. Bazı değişimler belirgin, bazıları neredeyse görünmezdir. Ancak hemen herkes için ortak olan bir şey vardır: kişi, artık kendi hikâyesine dışarıdan değil, içeriden bakmaya başlar.
Psikoterapi, bir hizmetten çok bir karşılaşmadır. İnsanın kendi bilinçdışıyla, geçmişiyle ve arzularıyla kurduğu karşılaşma. Bu yüzden maliyet ya da yatırım tartışması, aslında insanın kendine dair ne kadar sorumluluk alabildiğiyle ilgilidir. Bir noktada kişi şunu fark eder: “Terapiye gitmek, hayatımda ilk kez gerçekten kendime yatırım yapmaktı.” Bu yatırımın getirisi bazen huzur, bazen farkındalık, bazen de yalnızca daha fazla sorudur. Ama hepsi, insanın kendine yaklaşma biçimini değiştirir.
Sonuç olarak psikoterapi, klasik anlamda bir maliyet değildir. Çünkü o maliyet, zaten yaşantının içinde ödenmektedir; ertelenen kararlarla, yinelenen ilişkilerle, bastırılan duygularla... Terapi, bu görünmeyen bedelleri görünür kılar. Parayla ölçülmeyen, ama derinden hissedilen bir dönüşüm alanı açar. Belki de asıl soru şudur: “Terapinin maliyeti mi daha yüksek, yoksa kendini anlamadan geçirilen bir hayatın bedeli mi?”