Makaleler


Vajinismusun Kısa Bir Değerlendirilmesi: Bedende Yazılı Ruhsal Çatışmalar

Vajinismusun Kısa Bir Değerlendirilmesi: Bedende Yazılı Ruhsal Çatışmalar 17.10.2025

Vajinismusun Kısa Bir Değerlendirilmesi: Bedende Yazılı Ruhsal Çatışmalar

Vajinismus, cinsel yaşamı derinden etkileyen, yalnızca bedensel bir tepki değil, aynı zamanda ruhsal dile dönüşmüş bir sonuçtur. Cinsel birleşme sırasında vajinal kasların istemsiz kasılmasıyla tanımlansa da, bu kasılma aslında kadının bilinçdışı dünyasında kök salmış bir hikâyenin bedendeki yankısıdır. Beden, ruhun bastırılmış sözcüklerini kimi zaman kaslar aracılığıyla ifade eder. Bu nedenle vajinismus, sadece bir kas refleksi değil; bedende konuşan bir dildir.

Psikanalitik açıdan her semptom, bir anlam taşır. Freud’un da belirttiği gibi, semptomlar bastırılmış bir düşüncenin, arzunun ya da çatışmanın dolaylı bir temsilidir. Vajinismus, kadının iç dünyasında çözümlenmemiş duyguların, yasaklanmış arzuların ya da korkuların bedensel bir anlatımı olarak anlaşılabilir. Bu anlamda beden, konuşulamayanı dile getiren bir sahneye dönüşür. Kasılma, bir anlamda “dur”, “yaklaşma”, “tehlike var” diyen bir içsel uyarı sistemidir. Ancak bu uyarı, çoğu zaman kadının bilinçli olarak kavradığının çok ötesindedir.

Bastırılmış Arzular ve Yasaklı Alanlar

Vajinismusun psikanalitik çözümlemesinde en sık karşılaşılan temalardan biri, cinselliğin “yasaklı bir alan” olarak kodlanmış olmasıdır. Kadın, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde cinselliğe dair aldığı mesajlar aracılığıyla, arzunun tehlikeli veya kirletici olduğuna dair bir inancı içselleştirebilir. Kadın, arzusu ile yasak arasındaki çatışmayı çözemez; bilinçdışı bu çatışmayı bedende bir engele dönüştürür.

Freud’un tanımladığı “bastırma” (repression) mekanizması burada merkezî bir rol oynar. Kadın, arzuyu bilinçten uzaklaştırır; ama arzunun enerjisi yok olmaz, bedene yerleşir. Beden, bu bastırılmış arzunun sahnesi olur. Vajinismusun ortaya çıkışı, arzunun bastırma yoluyla dışarı atılamadığı, bedende bir savunma haline geldiği noktadır. Kasılma, arzunun ve yasaklamanın çarpıştığı yerde doğar.

Bütünlüğün Tehlikede Olduğu Fantaziler

Birçok vajinismus vakasında, bilinçdışı düzeyde bütünlüğün bozulması korkusu izlenir. Cinsellik, sınırların geçirgen hale geldiği, benliğin bir başkasıyla temas ettiği bir alandır. Bu nedenle, bazı kadınlarda cinsel birleşme, işgal edilme ya da benliğin kaybı fantazileriyle eşleşir. Bu korku, geçmiş travmatik deneyimlerden kaynaklanabileceği gibi, erken çocukluk döneminde yaşanan ayrılık kaygılarının ve benlik bütünlüğüne yönelik tehditlerin bedensel bir yeniden sahnelenmesi de olabilir.

Bastırılmış korku, sembolik bir dil bulamadığında, bedensel bir forma bürünür. Vajinal kasların istemsiz kasılması, “kendimi korumalıyım” diyen ilkel bir savunma mekanizmasıdır. Bu tepki, çoğu zaman bilinçli düzeyde hissedilmez; ancak bedende, geçmişin yankısı olarak yaşanır.

Kontrol ve Teslimiyet Arasındaki Gerilim

Vajinismus, aynı zamanda kontrolle teslimiyet arasındaki ince çizgide yaşanan bir çatışmanın da dışavurumudur. Cinsel birleşme, kişinin bedenini bir başkasına açmayı, belirli bir ölçüde kontrolü bırakmayı gerektirir. Ancak bazı kadınlarda bu teslimiyet, edilgenlik ya da kendini kaybetme olarak algılanır. Bu durumda kasılma, bedensel bir direnç biçimidir: “Bedenim bana aittir, kontrolü kaybetmemeliyim.”

Bu kontrol ihtiyacı yalnızca cinselliğe özgü değildir. Çoğu zaman yaşamın diğer alanlarında da görülür. Dygularını kontrol etme, mükemmeliyetçilik, spontane olmaktan kaçınma, duygusal yakınlıkta mesafe tutma... Vajinismus, bu genel kontrol örüntüsünün en çok yoğunlaştığı bedensel ifadedir. Kadın, kendi arzusu karşısında bile kontrolü bırakmamak için kasılır. Bu nedenle tedavi, yalnızca cinsel birleşmeyi mümkün kılmak değil, kadının kontrol etmeden var olabilme kapasitesini geliştirmektir.

Annenin Bedeniyle Kurulan İlk İlişki

Nesne ilişkileri kuramı, vajinismusun anlaşılmasında önemli bir çerçeve sunar. Kadının kendi bedeniyle ilişkisi, erken çocuklukta annenin bedeniyle kurulan ilişkiyle şekillenir. Anne, yalnızca bir bakım veren değil, aynı zamanda kadınlığın ilk modeli, cinselliğin ve arzunun ilk temsilcisidir.

Eğer anne kendi bedeniyle barışık değilse, cinselliği utanç ya da suçlulukla deneyimlemişse, bu duygular kız çocuğuna sessizce geçer. Kız çocuğu annenin kendi kadınlığını nasıl taşıdığını, neyi gizlediğini, neyi bastırdığını sezgisel olarak algılar. Bu bilinçdışı aktarım, kadının kendi bedenine ve cinselliğine dair temel duygusal haritasını oluşturur. Vajinismus, kimi zaman annenin yaşamadığı bir kadınlığın bedende donmuş bir yankısıdır; bastırılmış bir kuşağın sessiz devamıdır.

İlişkisel Boyut: Semptomun İletişim Dili

Vajinismus yalnızca bireysel bir semptom değildir. Aynı zamanda ilişkisel bir mesaj taşır. Cinsel birleşmenin engellenmesi, bazen partnerle yaşanan bilinçdışı bir çatışmanın bedensel ifadesidir. Kadın, söyleyemediklerini beden aracılığıyla söyler. Bu noktada vajinismus, bir tür iletişim biçimi haline gelir.

Bedensel kapanma, bastırılmış öfkenin, kırgınlığın veya cezalandırma isteğinin ifadesi olabilir. Kadın, “hayır” diyemediği yerde bedeniyle “hayır” der. Vajina bir sınır, bir duvar, bir savunma haline gelir. Bu savunma, hem koruyucu hem de cezalandırıcıdır. Hem kadını savunur, hem partneri dışarıda bırakır. Böylece semptom, ilişki dinamiği içinde çiftin bilinçdışı dengesini koruyan bir işlev üstlenir.

Bazı çiftlerde vajinismus, ilişkideki kırılganlıkları örten bir tampon bölge oluşturur. Cinsel birleşme gerçekleşmediği sürece, ilişkideki diğer çatışmalar da görünmez kalır. Bu nedenle psikanalitik terapi, semptomu yalnızca kadına ait bir sorun olarak değil, ilişkinin ortak ürünü olarak ele alır.

Terapötik Süreç: Bedenden Söze, Sessizlikten Anlama

Psikanalitik terapide vajinismusla çalışmanın amacı, semptomu bastırmak değil, anlamaktır. Bedenin ne söylediğini duymaktır. Çünkü semptom, ruhsal bir anlam taşır. Bu anlam duyulmadıkça, bedensel ifade sürer.

Terapötik süreçte ilk adım, güvenli bir alanın oluşmasıdır. Vajinismus yaşayan kadınlar çoğu zaman yoğun bir utanç ve yetersizlik duygusu taşırlar. Terapi, bu duyguların kabul gördüğü bir ortam sunarak, geçmişte zedelenmiş olan temel güven duygusunun onarımını başlatır. Bu güven alanı içinde, bedenin dili yavaş yavaş söze dönüşür. Danışan, kasılmayı yalnızca bir refleks olarak değil, bir anlamın taşıyıcısı olarak fark edebilme imkanı bulur. “Korkuyorum”, “yaklaşma”, “benim sınırım bu” gibi içsel cümleler kelimelere kavuşur.

Terapide aktarım (transference) süreçleri bu anlamda belirleyicidir. Kadın, terapiste geçmişteki figürleri yeniden yansıtır. Bu yeniden sahneleme, ruhsal çatışmanın güvenli bir zeminde yeniden yaşanmasına olanak verir. Terapist, bu sahnede hem tanık hem çevirmen konumundadır; bedenin dilini ruhsal anlamına tercüme eder.

Kadının Kendilik Algısının Yeniden İnşası

Analitik süreç ilerledikçe sorunlu bir organ olarak deneyimlenen bu olgunun kendiliğin bir parçası olarak deneyimlenmesi mümkün olabilmeye başlar. Bedenle yeniden kurulan bu bağ, sadece cinsellikte değil, tüm yaşam alanlarında bir bütünlük hissi yaratır. Beden üzerindeki aşırı kontrolün gevşemesi, ruhsal teslimiyetin ve güvenin yeniden kazanılması anlamına gelir. Bu teslimiyet, edilgenlik değil, kendi bedenine ve arzusuna sahip çıkmanın olgun bir biçimidir.

Vajinismusun çözülmesi, yalnızca cinsel birleşmenin mümkün hale gelmesi değildir. Daha derin bir dönüşüm gerekir. Kadının kendi bedeniyle barışık, arzularından utanmadığı ve kadınlığını sahiplendiği bir pozisyona geçebilmesidir. Cinselliğin bir tehlike değil, iki öznenin karşılaşabildiği, temas edebildiği bir alan haline gelebilmesi ile mümkün olur. Bedenin, yasak ve korkunun değil, yaşamın taşıyıcısı olabilmesidir.

Sonuç: Bedende Yazılı Hikâyeyi Okumak

Özetlemek gerekirse vajinismus bir hastalık değil, bir hikâyedir. Kadının bilinçdışı çatışmalarının, bastırılmış arzularının, yaşanamamış duygularının bedendeki anlatımıdır. Terapi, bu cümleleri duyulur hale getirir. Kadın, kendi bedeninde bastırılmış olan sesi duymaya başladığında, kasılmaların sessizliği çözülür. Bu çözülme, yalnızca bedensel bir rahatlama değil, aynı zamanda ruhsal bir özgürleşmedir. Çünkü sonunda, beden artık korkunun, kaygının ya da suçluluğun değil; arzunun, temasın ve yaşamın alanı haline gelir.